İslâm dini, her insanı belirli hak ve sorumluluklar taşıyan bir şahsiyet olarak kabul eder. Her şeyin sahibi olan ve Mâlikü’l-mülk ismini taşıyan bütün mülkün mutlak sahibi Cenâb-ı Allah, mahlûktın en şereflisi olarak yarattığı insana mülkü üzerinde birtakım tasarruf hakları vermiştir. Bu hakları da koruma altına almıştır. Pek tabiî, hakları verirken sorumluluklar da yüklemiştir.
Allah’ın insana tanıdığı bu hakların korunması, onlara riayet edilmesi İslâmiyet’in titizlikle üzerinde durduğu noktalardandır, hatta diyebiliriz ki, en hassas bir şekilde üzerinde durduğu hususlardandır. İnsana hakları tanıyan Allah olduğuna göre, o hakları koruyacak olan da Allah’tır. Bu yüzden eğer Allah’ın insana sunduğu bir hak ihlâl edilirse, onun sorumluluğunu arayacak olan, karşılığını verecek olan, herkese müstehakkını verecek olan Allah Azimüşşân’dır.
Bu bağlamda belirmek gerekir ki, Âdil-i Mutlak olan Allah, Kur’ân-ı Kerim’de farklı örnekler de sunarak üzerinde en fazla durduğu meseleler arasında adalet, haksızlık ve zulüm konuları gelir. Bu konularda hassas davrnamayanlar, dengeyi bozanlar, adalet teraizisini yıkanlar, haksızlık yapanlar, zulmederek insanlara ve diğer canlılara maddî ve manevî zararlar verenler Azizün Züntikâm olan Allah tarafından sert bir şekilde cezalandırılmakla uyarılırlar.
Cenâb-ı Hak, koymuş olduğu kuralları çiğneyerek hakkına girenleri uyarması bir tarafa, kendilerine hak verdiği insanların haklarının çiğnenmesine, gaspedilmesine, en ufak bir hususta bile olsa haklarına girilmesine rıza göstermeyeceğini bildirir, herhangi birinin hakkına giren kişinin hakkına girdiği insandan muhakkak helâllik alması gerektiğine dair ikazda bulunur. Bu hususta Peygamber Efendimizin “Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna gelmeyin!” sözleri çok şey söyler. Ayrıca kul hakkı konusunda kuyumcu hassasiyetinden daha yüksek bir hassasiyetle hareket eden Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), “Allah, kendi hakkını dilerse affeder, ama kul hakkını kulu affetmedikçe affetmez” buyurur.
Bu geçici dünyada kendimizi güçlü zannedip etrafımzıdaki bazı insanları hor görerek haklarına ihlâl etmek, herhangi bir şekilde maddî ve manevî olarak kendilerine zarar vermek veya rencide etmek suretiyle kul hakkına girmekle “Kıyamet gününde en iflâs eden kişi, kul hakkı yiyen kişidir” mübarek sözleri gereğince iflâs edip ebedî ahiret yurdundaki mutluluktan mahrum kalacağımızı hatırlamamız gerekir. Kul hakkı, başta ailemiz, akrabamız, dostumuz ve komşumuz, işçi veya işverenimiz için söz konusu olmakla beraber yol, çevre ve kamu malının kullanımı hususunda da geçerlidir. Ne yazık ki, bazı insanlar devlet malını kendi malı ya da (ç)alınacak mal olarak görürler ve bundan dolayı büyük bir cürüm işlerler, çünkü kamu/devlet malı da kul hakkı kapsamındadır.
Duyarlı Müslüman kul hakkı konusunda son derece hassas davranan kişidir. Yeri geldiğinde karıncanın hakkını bile gözetmeye gayret eder. Çünkü bilir ki, bu dünyada olmazsa, çok yakında yüzleşeceğimiz ahiret hayatında Allah Teâlâ, alınan, çalınan, çiğnenen ve önemsenmeyen her hakkı sahibine iade edecektir. Hakkı alanları, çalanları, çiğneyenleri ve önemsemeyenleri de müstahak oldukları ceza ile cezalandıracaktır. Bunu vaadeden Allah’tır, O ise sözünden dönmez, vaadini yerine getirir.
Foto: freepik.comCuma öğleden sonra dini konulardaki sohbetimizde Vedat Ahmet ile birliktesiniz.
İslâm dinine göre insan mükerrem, hürmet edilen ve saygın bir varlıktır. İnsanın saygınlığı, Allah tarafından yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanın saygınlığı açısından kendi saygınlığını koruyup korumaması pek de önemli değil, o onu..
22 Eylül 1908'de Prens I. Ferdinand, bağımsızlık bildirgesi ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etti ve böylece Üçüncü Bulgar Çarlığı'nın temellerini attı. Bu tarihi olay eski başkent Veliko Tırnovo'da Kırk Azizler Kilisesi’nde gerçekleştirildi, Prens..