İslâm dini yeryüzüne çöken karanlığı yarıp insanlığa muhtaç olduğu aydınlığı göndermediği dönemde dünyaya gelerek melekleri ve insanları sevindiren nurlu yetim Hazreti Muhammed (s.a.s.), önce babadan, sonra da anadan yetim kalınca dedesinin himayesinde birkaç yıl geçirdi. Dede sevgisini, dedenin yakınlığını ve büyüklüğünü hissetti. Yıllar sonra kendisi de dede oldu ve torunlarına dedelik sevgisini, hikmetini ve vakarını hissettirdi. Dedeyle büyümenin ve dedelik yapmanın insana yaşattığı güzellikleri Peygamber Efendimiz bizlere de anlattı ve gösterdi.
O, büyüklere saygıyı, nine ve dedelerimizin kıymetini bilmeyi bizlere öğretmekle kalmadı, “Küçüklerimize sevgi ve merhametle yaklaşmayan, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir” sözleriyle yaşı kemale gelenlere karşı son derece hürmetkâr olmamızı öğütledi. Ayrıca “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar üzerinize sel gibi dökülecekti” sözleriyle de bize ciddi uyarılarda bulundu.
Büyüklerimiz, yani torunların dede ve nineleri, çocukarın da ana ve babaları rahmet, bereket ve huzur kaynağıdır. Yeter ki, büyüklerimiz büyük olma hakkından feragat etmesinler ve büyüklüğü küçümsemesinler! Çünkü tabiatı bozulmamış nine ve dedeler, güngörmüş tutumları, oturmuş şahsiyetleri, sükûna kavuşmuş bedenleri ve nuranî çehreleriyle torunlarına ve etraflarındakilere sevgi, saygı ve hikmet saçar, sert tutum içerisine girmeden dinî ilkelerimizi kıssa ve masallarla öğretir, manevî değerlerimizi nakış nakış işler, kimlik kodlarımızı birer birer kurar, dilimizi, geleneğimizi ve kültürümüzü yapmacık birtakım tutumlar içerisine girmeden bizlere öğretir ve yaşatırlar. Ömür takviminden kopardıkları yaprakların çokluğu ve hayatlarında karşılaştırkları iyi veya kötü şartlar, olaylar ve kişiler nine ve dedelerimizi eğitmek suretiyle kendilerine olgunluk ve dinginlik kazandırır. Onlar da bu sayede kendilerine yaslanan çocuk ve torunlarına yaşadıkları stresli ortamda verdikleri karşılıksız sevgi ve yaptıkları karşılıksız dua ile huzur verirler. Bu bakımdan nine ve dedelerimiz, bizim kişisel olgunlaşmamızda ve toplumsal gelişimimizde çok önemli rol oynar.
Fakat modern hayat, sağladığı fırsatlarla birlikte elimizde var olan bazı imkânları alır ve böylece bizleri yalnızlaştırarak zayıflatır. Bunun en bariz misallerinden biri, yerin derinliklerine uzayarak bizleri besleyen köklerimiz olan nine ve dedelerimizin kesilmesi, bir hazine olan büyüklerimizin bizden ayrılmasıdır. Daha doğrusu bizim onları terk etmemizdir. Nine-dede, ana-baba ve çocuklardan oluşan geleneksel aileyi farkında olarak veya olmayarak, isteğimizle veya isteğimiz dışında yıkmamız, aslında ayağımıza kurşun sıkmak ya da evimizi üstümüze yıkmaktır.
Oysa, her Cuma hatip efendiler tavsiye ve uyarı mahiyetinde “İnnallâhe” diye başlayan ayet-i kerimeyi okur. Böylece orada geçen “zi’l-kurbâ” ifadesi kapsamına giren başta nine ve dedeler olmak üzere akraba/yakınlara adaletli, iyilikle, yardımsever ve cömert davranmayı hatırlatırlar. O yüzden ne yapıp edip bize dayatılan aile modelini kırıp dışına çıkarak nine ve dedelerimizi evimide tutmaya çalışıp onların bereketinden istifade edelim. Çocuklarımızı nine ve dedelerinin dizlerinin dibinde oturtarak kökleriyle temaslarını sağlayalım, onların gür dallarının gölgesinde büyümelerine fırsat verelim. O zaman çocuklarımızın sağlam, dayanıklı ve özü gür/özgür olduklarını göreceğiz...
Foto: arşiv, Radyo Vidinİslâm dini, her insanı belirli hak ve sorumluluklar taşıyan bir şahsiyet olarak kabul eder. Her şeyin sahibi olan ve Mâlikü’l-mülk ismini taşıyan bütün mülkün mutlak sahibi Cenâb-ı Allah, mahlûktın en şereflisi olarak yarattığı insana mülkü üzerinde..
Cuma öğleden sonra dini konulardaki sohbetimizde Vedat Ahmet ile birliktesiniz.
İslâm dinine göre insan mükerrem, hürmet edilen ve saygın bir varlıktır. İnsanın saygınlığı, Allah tarafından yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanın saygınlığı açısından kendi saygınlığını koruyup korumaması pek de önemli değil, o onu..